Yaban - Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kitap)

Yaban, Türk edebiyatında aydın-halk arasındaki uçurumu açık ve kaygıdan uzak şekilde ele alan nadir romanlardan biridir. Yaban, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun zincir romanları içinde bir yerde düşünülebilir ama farklılığı bu zincir içinde ilk defa Anadolu’dan bir bakışın romana hakim olmasıdır.

    Farklı olmak belki de Yaban olmak demektir... 

    Konusu olarak dikkatimi çeken bir kitaptı. Ne zamandandır okumayı düşünüyordum. Sonunda okudum. Kitap konusu savaş döneminde yaşanılan toplumsal gerçeği dışa vurma gereği duyan birinin, yaşadığı süreci günlük niteliğinde olarak kaleme aldığı bir roman. 

    Aydın kesimden olan karakterin Anadolu halkı arasındaki bariz farkı anlatıyor. Kimisine göre abartı olabilir. Belki farkındalık şuan bu kadar hat safada değildir. Günümüz teknolojisi ve haberleşme imkanının etkisi diye düşünüyorum. 

    Genel olarak kitapta yaşanılan savaştan ziyade verilen tepki daha dikkat çekiyor. Kimisinin bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın der geçerken, kimisinin ise ne kadar üzüldüğü gerçeği. Ve iki kesim arasındaki uçurum görülmeyecek gibi değil. 

    İnsanın okuma yazma bilmemesi ve bunun ne kadar üzücü bir kayıp olduğunu görmek. Okuma ve yazmanın ne denli önemli olduğunun tekrar farkına varıyorsun. Sadece okuma yazma da değil aslında değişmeyen ve görülmeyen farklılıklar etkiside çok büyük. Doğup büyüdüğü yerden başka bir yer görmeyen bir insanın sadece yaşadığı ortama göre tepki vermesi bana çok doğal geldi. Başka hayatlar görmeyen birini yargılama hakkımız yok sonuçta. Bunun yerine o başka hayatları da yaşatma şansı vermeli insana. Tabi bu her zaman mümkün olmuyor. 

    Savaşın insan üzerindeki etkisine diyecek söz bulamıyorum. Savaş yüzünden yaşadığımız kayıpların haddi hesabı yok. Can kayıplarımız yetmiyor gibi maddi ve manevi birçok kayıplarımız oluyor. Bunun yanında kadın olmanın da ayrıca bir sorun teşkil ediyor olması. Savaşta insanların ne kadar iğrençleştiğini görebiliyorsun. Bunları okumak ve duymak gerçekten üzücü. Savaşın her türlüsü kötü ve yıkıcı sonuçlar veriyor. Hiç savaş olmasa... 

    Ana karakterin yaşadığı dram ve yalnızlık hissi biraz etkiledi beni. Kalabalık içinde yalnız kalması ve ne kadar çabalarsa çabalasın onu bir yabancı olarak görmeye devam etmeleri kötü bir durum. Sürekli bi umut peşinde olduğu halde her seferinde tekrar kaybetmesi...

    Kitabın son kısmı başlangıç gibi oluyor. Nasıl geldi ise öyle gidiyor. Ne bir eksik ne bir fazla.

     Kitaptan birkaç alıntı

    Onlar gibi olmak; Onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak... Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?

    Hakkın var; bundan sonra ağzımı açıp bir kelime söylemeyeceğim. Dedim ama, Dayanılmaz bir konuşma ihtiyacı yüreğimi dağlıyor. Taşla, toprakla konuşmak istiyorum.

    İnsan, bazı, rüyalarda böyle olur. Bağırmak ister, sesi çıkmaz; koşmak ister, koşamaz.

    Yalnızlık; Dinmeyen bir sızıdır...

    Fakat, bu umut benim tek gıdamdır. Bu umut benim yaşama gücümün en son parıltısıdır. O söndüğü gün... İşte, bunu tasavvur edemiyorum.

    Sevincim içimde tıkandı kaldı. Büyük felaket anlarında olduğu gibi, büyük sevinç günlerinde de duygularımızı başkalarıyla paylaşmak bizim için bir derin ihtiyaçtır.

    Omuz omuza, diz dize oturmuş olmamıza rağmen, Ben hala her birinden yüzlerce fersah uzaktayım...

    Çünkü, sizi evvela sizden; Kendinizden kurtarmak lazımdır.

    Odamı dolduran bütün bu kitapları yakmak. Neye yarar? Hepsi benim içime girdiler.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevgililer Günü

Kadıköy Boğa Heykeli

Buz Prenses - Camilla Läckberg (Kitap)

Ağaç Ev Sohbetleri 223

Ömür Dediğimiz Nedir?

Yazı Yazmak!

Ağaç Ev Sohbetleri 221