Huzursuzluk - Zülfü Livaneli (Kitap)

Huzursuzluk, Türk yazar Zülfü Livaneli tarafından yazılmış olan 2017 yılı basımlı bir romandır. Kitap, yakın zamanda Orta Doğu'da yaşanmış olan bazı dram yüklü olayları aktarmaktadır. Kitap, ''Merhamet zulmün merhemi olamaz!'' sloganı adı altında yayımlanmıştır.

        Huzursuzluk, Zülfü Livaneli'nin severek okuduğum kitapları arasındadır. Hoş yazar Zülfü Livaneli olunca hemen okuyasım da gelir. Çok akıcı bir dili olan ve kendini hemen konuya kaptırmanı sağlayan bir anlatımı var. Kitapları sıkıcı değil ve konuları her kitapta ayrı güzel bir o kadar da dikkat çekicidir. Üzerinde durduğu konular pek bilinmeyen ya da çok yazılan konular değildir. Huzursuzluk kitabına gelince konusu aşk ve acının bir arada olduğu Ortadoğu gerçeğiyle karşı karşıya bırakıyor. Mardin'de başlayan sonu ise Amerika'da son bulan Hüseyin ve Ezidi kız Meleknaz'ın hayat hikayesini öğrenen bir gazetecinin Mardin'deki yolcuğunu ve oradaki insanlık dramını ele alıp anlatıyor. 

        Ana karakter olarak karşımıza İbrahim çıkıyor. İbrahim konuya sonradan dahil olan bir gazetecidir. İstanbul'da yaşar ve bir sabah bir haber okur, haberde Amerika'da öldürülen bir Türk vatandaşının hain saldırısından bahseder. İslam karşıtı olan bir grup tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. Öldürülen kişi Hüseyin adında Mardin'li biridir. Bir an acaba benim çocukluk arkadaşım Hüseyin mi diye düşünür. Haber detaylarına bakınca öldürülen gencin çocukluk arkadaşı Hüseyin olduğu ortaya çıkar. Bunun üzerine memleketi olan Mardin'e doğru yolculuğu başlar.

        Mardin'e varan İbrahim, Hüseyin hakkında duydukları karşısında neye uğradığını şaşırır ve aynı zamanda meraklanır. Onun Mardin'de başlayıp Amerika'da sona eren yaşamını araştırmaya başlar. Hüseyin gibi, IŞİD zulmünden kaçan Meleknaz'ın hikayesi de İbrahim'i bir bilinmezin içine doğru çeker. Daha çok meraklanıp araştırmasını sağlar. 

        İbrahim, Hüseyin'in kardeşi Aysel'den öğrendiği kadarıyla Amerika'ya gitmeden 2 ay öncesine kadar Hüseyin silahla vurulmuşu. Daha sonra onu korumak amacıyla Amerika'ya yolladıklarını söyler. Tabi gittiği gün Hüseyin'in son cümleleri dikkat çekicidir. Annesine ''Beni alıp yeniden karnına koysan bile koruyamazsın anne!'' demiştir. Bunları duyan İbrahim daha da meraklanır. Nasıl olur da Mardin'de vurulup yaralandıktan sonra Amerika'da ölür?  

        Cenazesini Amerika'dan Mardin'e getiren abisinin anlattığına göre ise Hüseyin hastanede can verirken son sözleri ''Ben yalnızca bir insandım.'' olmuş. Bu cümleyi bir kaç kez tekrarlamış. Ölüm raporunda aldığı bıçak darbeleri sonucunda öldüğü yazılıyormuş. Şaşkına uğrayan İbrahim bu cümlenin ne anlam taşıdığını ve muhakkak bulması gerektiğini düşünüyor. Bunun için daha fazla bilgi toplaması gerekiyor. Acılı aileye çok yüklenmek istemese de merakına da engel olamıyor. Hüseyin'in büyümüş halinin fotoğrafını soruyor annesine, Hüseyin'in annesi var ama geri verme şartıyla sana veririm albümü diyor. Diğer kızın (Meleknaz) fotoğrafı var mı diye sorduğunda, vardı ama önce gözlerini oydum sonra da yaktım o şeytanın fotoğrafını diyor Hüseyin'in annesi. Hatta ruhu bile eve girmesin diye her yere üzerlik ve marul asmış. Bunu neden yaptığını bende okuduğum zaman merak etmiştim. Sonradan anladığım gibi marul ve mavi rengin Ezidiler için haram ve yasak olduğu bilgisinden dolayı yapılmış. Yezidi değil de Ezidi olduğunu da bu kitabı okuduğunda anlıyorsun. Fazla bilgi barındıran bir kitap malum. 😉 

        Hüseyin, Suriyeli bir mülteci olan Meleknaz ile sığınma kamplarında tanışmış. Öylesine kapılmış ki kıza, nişanlısı olan Safiye'den ayrılmış ve ailesini karşısına almış. İbrahim çocukluk arkadaşını düşününce bunun onun yaptığına inanası gelmiyor bir türlü. O kadar merhametli ve iyi bir olarak bilinir ki bunu yapacağını düşünmez. Ama aşkın buna galip geleceğini de bilir. Tabi daha fazla detay öğrenmek istese de Aysel'den o anlatmaz. Çünkü cenazeleri var ve bunu şimdi konuşmanın doğru olmadığını düşünür. Daha sonra anlatırım diye erteliyor. Bunun üzerine İbrahim bu hikayeyi başka nereden öğrenebilirim diye Mardin sokaklarında gezinip duruyor. Ortak çocukluk arkadaşlarımı bulabilirim belki diyor. 

        Sonra ki gün cenazeyi Amerika'dan Hüseyin'in abisi Salim getiriyor. Mezarlığa gidip onları ziyaret ediyor İbrahim. Mezarlıkta ağıt eden kadınları görünce şaşırıyor. Hala ağıt çeken kadın tutulduğunu bilmiyormuş. Yanındaki uzun boylu arkadaşı Mehmet'i tanıyınca ona dedem öldüğünde de vardı Mehmet diyor ve yüzüne bakıyor. Mehmet yüzüne baktıktan sonra İbrahim'i tanıyor. Cenaze olduğu için sarılamıyorlar sadece kollarını birbirine değdiriyorlar. Herkes cenazeye toprak atarken Aysel beline kadar uzanan saçından kestiği iki saç örgüsünü atıyor abisinin mezarına.

            Hüseyin Mardin'de Sağlık Yüksek Okulu'nu bitirmiş. İnsanlara yardım etmeyi sevdiğinden dolayı bu bölümü okuduğunu söylüyor. Kendini hastalara, fakir insanlara, yardıma ihtiyaç duyan her insana yardım etmeye kendini adadığını söylüyor. Sınır Tanımayan Doktorlar derneğine katılıp yardıma ihtiyacı olan hastalara koşmuş. Buralarda çok sayıda Suriyeli göçmen olduğunu ve zor şartlar altında yaşam mücadelesi verdiğini de anlatıyor. Ölümden kaçan biçare insanlarmış. IŞİD tarafından 10 (on) yaşından büyük erkekler öldürülmüş, kızlar ise tecavüz edilip satılmışlar. Küçük erkek çocuklarını da kendileri için yetiştiriyorlarmış. En çok Hüseyin'i etkileyen kişiler Ezidiler imiş. Bundan kamplara sürekli gidermiş. Meleknaz'ıda orada tanımış. Nişanlısı Safiye'den ayrılmayı göze alacak kadar aşık olmuş Meleknaz'a. Buna bir türlü anlam veremeyen insanlarda bir büyü falan var diye düşünüyormuş. Birde Meleknaz'ın kör bir bebeği varmış. Hüseyin bebeği tedavi ettirebilmek için çok uğraşmış. Tabi sonuç alamamış. Kızı ve bebeği alıp eve annesine bu senin gelinin deyince Hüseyin'in annesi bayılmış. İnanamamış bu olanlara. Uysal ve annesinin sözünden hiç çıkmayan Hüseyin'in yapacağı iş değilmiş. Olsa olsa şeytanın işidir diye düşünmüşler. Bu yüzden de ses edememişler. Mehmet Hüseyin ile de konuştuğunu söylüyor. Ona yapma etme nişanlın Safiye'ye yazık etme, herkesi kurtaramazsın buna gücün yetmez. Hepimiz yardımcı olalım bu kıza diye ama Hüseyin ona bilmediğin şeyler var deyip bırakıp gitmiş Mehmet'i. Ondan sonra da onu bir daha görmemiş. 

        Daha sonra Aysel'den öğrenmişler kızın Ezidi olduğunu. Evde misafir varken mutfakta yemek yapılıyormuş. Aysel salata için marul çıkartmış, Meleknaz bunu görünce bağıra bağıra evden dışarı atmış kendini. Herkes olayı anlamaya çalışmış. Sonra büyük amca gelmiş mutfağa, olayı sormuş. Aysel anlatınca amca kızın Ezidi olduğunu ve marula dokunmanın, yemenin hatta adını anmanın dahi onlar için çok günah olduğunu söylemiş. Eski insanlar bilir herşeyi. Hüseyin'e de anlatmış öğüt vermiş ama Hüseyin dinlememiş. 

        Yarın tekrar görüşmek üzere Mehmet'in evinden ayrılıp otele gidiyor İbrahim. Mehmet'in babası Fuat Amca ile görüşecek olayı birde onunla konuşmak istiyor. Fuat Amca çok güzel karşılıyor onu, televizyonda yaptığı bir haberde gördüğünü söylüyor ona. Buralardan gittiği için iyi yaptığını söylüyor ona. Burada bela hiç eksik olmaz. IŞİD bir bela, Hüseyin'i de onlar vurdu. Her şeyi anlatayım sana diyor. O kızı, şeytana tapan Yezidileri anlatayım. Daha doğrusu Ezidileri. Ezidiler günde 3 (üç) defa güneşe dönüp dua ettiklerini, 4000 (dört bin) yıllık Güneş Tapınağına gittiklerini söylüyor. İnançlarında Tanrı yani ''Ezd'' ve yedi melek varmış. Cennetten kovulunca şeytan sandıkları Melek Tavus'u pişman olup affedilince baş melek kabul edip, onu kutsal saymışlar. Tavus kuşu şeklinde, hem iyi hem kötüdür baş melek. İyi insanlardır Ezidiler ama şeytana taptıkları sanılıp çok zulüm görürler. İnsanlık ağacının kırılmış dalıyız derler kendileri için. IŞİD gelince daha da zulüm gördüler. Kaçabilenler önce kendileri için kutsal olan Şangal Dağı'na, oradan da Türkiye'ye gelmişler. Meleknaz gelenlerden biriymiş. Hüseyin'e hiçbir dine göre evlenmenize imkan yok, IŞİD ne onu ne de seni yaşatmaz desemde dinletemedim diyor İbrahim'e.  

Beşinci yüzyılda, güneşe tapan Şemsilere ait Güneş Tapınağı ile Romalıların kale olarak kullandığı kompleksin üzerine kurulmuş. 640 yıl boyunca patriklik merkezi olarak kullanılmış. Bugün de Süryani Kilisesi'nin önemli dini merkezlerinden biri ve Mardin Metropoliti'nin ikametgâhı da anılıyor.


        İbrahim Meleknaz'ı nasıl bulduklarını Aysel'e soruyor. Aysel, abisinin Meleknaz'ı aradığını duyan IŞİD'çi bir grup onun yolunu kesip, tehdit etmişler. Kendileri de Meleknaz'ı arıyorlarmış ve onunla evlenirse ikisinide gördükleri yerde öldüreceklerini söylemişler. Hüseyin ise onlardan önce Güneş Tapınağı'nda bulmuş onu. Bunu öğrendikten sonra İbrahim izin alıp orayı görmek istiyor. 4000 (dört bin) yıllık mahzen gibi bir yer ilk başta onu biraz ürpertiyor. Baktıkça Meleknaz'dan izler ver mı diye bakıyor. Burada iken kızın ne düşündüğünü düşünüyor oda. Duvarın dibinde oturup sırtını duvara veriyor. O esnada eline birşey değiyor. Bir mendil olduğunu ve köşesinde bir Melek Tavus'un işlendiğini görünce, acaba Meleknaz'ın mı diye düşünüyor. 

        Sonra İbrahim Hüseyin'in nişanlısı Safiye ile de görüşüyor. Aysel onun yanına götürüyor. Ailesi ile birlikte yaşayan Safiye üzüntü ve terk edilmişliğin öfkesi yüzünden okunuyor. Hüseyin'i suçluyor. Onu ve ailesini küçük düşürdüğünü söylüyor. Sırayla sitemlerini söylüyor. Aysel onu yatıştırmaya çalışınca da Hüseyin'i çok sevdiğini aynı zamanda ona çok öfke duyup beddua ettiğini ve beddualarımdan dolayı mı öldü diye de kendini sorgulayıp ağlamaya başlıyor. Oradan ayrılıp otele dönen İbrahim'i akşam patronu arar ve ona orada bir iş olduğunu takip etmesini ister. Ne tesadüftür ki iş Mardin'deki kamplara gelecek olan dünyaca ünlü Angelina Jolie'dir. İşten çok kampa gitmek için bahanesi olan İbrahim bu habere çok sevinir. 

        Mardin'deki kampları gezmeye gelen Angeline Jolie, gezip gördükten sonra ülkesine geri dönmüştür. İbrahim biraz daha çevrede kalıp belki birşeyler öğrenirim diye bakınıyor. Bir kaç kişi ile görüşüyor. Sonra Meleknaz'ın eski bir arkadaşı olan Zilan ile tanışıyor. Zilandan gerçek hikayesini ve nasıl zulüm gördüklerini öğrenen İbrahim neye uğradığını şaşırıyor. O kadar kötü oluyor ki bu kısmı sanırım bende anlatamam okumak daha iyi diye düşünüyorum. Zilan, kardeşi Nergis ve Meleknaz'ın yaşadıklarını okuyunca bence çok etkilendim. Boğazım düğümlendi yutkunamadım bir an. İnsanlığın daha ne kadar kötü olabileceğini ve acımasız duyguların ne kadar çok olduğunu hissettim. İnsan canının kıymetinin olmadığını yaşanılan acının tarifinin olmadığını kesinlikle okudukça anlıyorsun. Sayfaları okudukça yaşanılan acıyı resmen hissettiriyor. Çok duygusal ve acı gerçekler karşısında ne kadar cesur kalınır onu da bilemem ama benim etkilendiğim çok açık. Keşke olmasa diye söylüyorum sadece. Okuduğunuz zaman beni anlayacaksınız. 😔

        İbrahim, Meleknaz'ın hikayesini öğrenmiştir. Sonrasında da Hüseyin Meleknaz'ı bulup kimseye bir haber vermeden bebeğini ve Meleknaz'ı İstanbul'a göndermiştir. Sonrasından işlerini halledip kendisi de İstanbul'a gidip yeni bir yaşam sürmeyi düşünüyormuş. Tabi plan öyle ilerlememiş. IŞİD'çiler tarafından vurulduğu için gitmesi ertelenmiştir. Tedavi sonrasi ailesi Hüseyin'i ikna edip Amerika'ya gitmesini daha sonradan Meleknaz'ıda yanına alacağına dair konuşmuşlar. Sonunda kabul eden Hüseyin Amerika'ya gitmiştir. Tabi maaleef ki orada da ırkçı bir saldırıya uğrayıp Hüseyin'i öldürürler. Ne kadar tuhaf bi durum Hüseyin'in yaşadığı. Silah ile vurulup ölmeyen Hüseyin daha sonra bıçaklanarak öldürülüyor. Birde şu var ölümden kurtarmak isteyen ailesi aslında onu ölüme götürdüğünün farkında değiller. Bu olandan sonra kendilerini suçlu hissetmelerini de gayet iyi anlayabiliyorum. Çok zor bir durum. Hele de ailesi için. 

        Tüm bunları öğrenen İbrahim bu sefer Meleknaz'ı merak eder. İstanbul'a döndükten sonra onu araştırmaya ve onu bulmaya çalışır. Kör bebeğinden yola çıkarak onu bulur ve ona mektup bırakıp onunla görüşmek istediğini söyler. Adresini yazıp mektubu bıraktıktan sonra onu beklemeye koyulur. Verdiği adrese gelen Meleknaz'ı gören İbrahim onun bakışlarından çok etkilenir. Ona yardım etmeyi çok ister ama Meleknaz bunu kabul etmez. Bir an aşık olduğunu bile düşünür. Tekrar bir emaneti olduğunu söyler ve ikinci görüşmelerinde ona mendilini verir. Bir daha görüşmek istese de Meleknaz bunu kabul etmez ve daha da gelmez. İbrahim bu noktada vicdanının bunu istediğini ve iyi hissetmesi için çabaladığını anlar. Sonradan onu beklemekten vazgeçip işine ve hayatına dönüp kaldığı yerden devam eder. 

        Kitabı şiddetle tavsiye ederim. Çok güzel bir anlatım ile içerdiği bilgiler ile size çok faydası olacaktır. Bilmediğiniz bir şeyleri öğrenirken hikayenin merakı sizi de saracaktır. Sonunun kötü olduğunu baştan bildiğimiz bir hikaye. Kavuşamayan aşıklar ve ayrı kalan insanlar. Şimdiden iyi okumalar dilerim. Sevgiyle kalın. 😊💚🌺

    Harese de dikkat çeken bir hikaye...

    Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

        Kitaptan birkaç alıntı 

        Bazı acıları ölüm bile unutturmuyor, bazı davranışlar ölümden sonra bile bağışlanmıyor.

        Biz, bu ülkenin okur yazarları, boşluğa düşen bir trapezci gibiydik. Doğu askısını bırakmış, Batı askısını da yakalayamadan aşağı düşmüştük.

        Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var.

        Neredeyse ağlayacak hale geliyorum ama neyin ağlattığını bilmeden.

        Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz, herkes yanlış yerde.

        Merhamet zulmün merhemi olamaz.

        Zaten dünyanın hangi köşesinde huzur kaldı ki...

        Bir yer var İyiliğin ve kötülüğün ötesinde Seninle orada buluşacağız.

        İnsanlar bunca acı çekerken, İstanbul'da en iyi suşinin nerde yenilebileceğini konuşanlara dayanamıyordum.

        Ben sadece kendimi tedavi etmek için yazıyorum, insan denilen yaratıkların arasında yaşama gücünü tekrar bulabilmek için.

        Ben yalnızca bir insandım...

        Bu dünya bir penceredir Her gelen baktı geçti.

        İnsanlık ağacının kırılmış dalıyız biz.

        Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanlarında bile neşelidir.

        Sanki içimde derin bir hiçlik var...

        Belki de alışmam gerekiyor yalnızlığa..

        Bu dünyada hiçbir şey insanları söz kadar etkileyemez.

        Her insanın içinde iyi ve kötü yan yana durur. Hangisini beslersen o galip gelir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevgililer Günü

Kadıköy Boğa Heykeli

Buz Prenses - Camilla Läckberg (Kitap)

Ağaç Ev Sohbetleri 223

Ömür Dediğimiz Nedir?

Yazı Yazmak!

Ağaç Ev Sohbetleri 221