Amok Koşucusu - Stefan Zweig (Kitap)

Amok Koşucusu, Stefan Zweig'ın 1922'de yazdığı bir uzun öyküdür. Öykü adını, Uzakdoğu'da bir tür cinnet hâlini târif etmek için kullanılan "amok" tâbirinden alır. Stefan Zweig’ın en önemli eserleri arasında yer alan eser, ölüm ve intihar kavramlarına odaklanır.

        Amok Koşucusu, kitap konusu olarak zengin bir tüccarın eşi olan bir kadının yardıma ihtiyacı olduğu bir konuda doktora gidip onunla anlaşma yapmasını ve bununla beraber olayların seyrinin değişmesini ele alıyor. Kitapta belli başlı duyguları derinden etkileyerek ve bunları açıkça ifade etmenin sonuçlarını ele alıyor. Farklı tarzı olmasına rağmen sonucun insan için biraz üzücü olduğu da söylenebilir. Şimdi kitabımıza gelelim.
        1912 yılının Mart ayında Napoli Limanında, büyük bir transatlantiğin boşatılması sırasında ilginç bir olay yaşanıyor. Bu olay hakkında gazeteler ayrıntılı ancak alabildiğince abartılmış haberler yayımladılar. Gemi Oceania'ya doğru gidiyordu. O gemide yolculuk yapan bir gezginin olaydan hemen önceki gecede öğrendiği gerçekler ile bağlantılı olduğunu biliyordu. Tabi bunu yıllar sonra açıklamaya karar veriyor. Olayın artık eskimesinin etkisinden dolayı anlatıyor.
           Gemide yolculuk yaparken bulunduğu yolcu kabininin basık ve sıcaklığından gece dışarı çıkıyor. Temiz havada daha iyi olacağını düşünüyor. Gemide ilerler iken gözlerden uzak ve kimsenin olmadığı ve buranın kimsenin bilmediği geminin bir yerini keşfeder. Orada oturup yıldızları izlemeye başlayacakken, yalnız olmadığını fark eder. Ondan başka bir adamın yanında olduğunu görür. Tabi adamı gördüğünden sonra hemen oradan kalkıp gitmek istese de yabancı adam ondan önce davranır ve kendisinin rahatsız olmamasını ister. Adam gittikten sonra fazla kalmasa da aklına düşünceler ilişir. Bu adamı daha önce görmediğini anımsar. Adamın kim olduğunu ve gece neden tek kaldığını merak eder. Yarın akşam tekrar buraya gelip adamı görmek ister. Bir sonraki akşam geldiğinde adamı bulur yine yerinde. Bu sefer muhabbet edip kalkmasına izin vermez.
        Güvertedeki yabancı adam korkulu bir yüzle ve kekeleyerek konuşmaya başlar. Yaşadıklarını birine anlatma ihtiyacı hisseder. Adam kendisinin bir doktor olduğunu ve küçük bir kasabada doktorluk yaptığını anlatır. Yedi yıl önce Leipzigli'den Endonezya'ya taşındığını söyler. Kısa süre önce ona gelen bir beyaz kadının onun üzerindeki etkisini anlatmaya başlar. Uzun zaman sonra beyaz bir kadın görmenin onda dikkat çekici bir etki yapmış. Hollandalı bir tüccarın karısı olan bu İngiliz kadın bilgilerini vermeden gizli bir şekilde yanına gelip konuşmaya başlar. Doktordan evlilik dışı olan bir bebeğin alınması için yardım talep eder ve bunun karşılığında büyük miktarda para ödeyeceğini söyler. Kadının doktora gelme nedeni budur.
        Doktor bu durumun yasal olmadığını ifade eder. Karşısındaki kadının duruşu ve gururu karşısında daha da etkilenir. Bunun üzerine paranın değil de başka bir teklifi olduğunu söyler. Kadının bunu ret etmesi üzerine doktor çok şaşırır ve daha da etkilenir. Kadının ona mecbur olduğunu sanır ama kadın gururundan ölmeyi buna tercih edeceğini belli ederek odasından çıkar. Doktor buna daha fazla dayanamaz ve peşinden gider ama onu yakalayamaz. Tabi sonradan onun kim olduğunu ve bir kaç gün sonra tüccar eşinin gelip beraber gideceklerini, bu yüzden kadının bir kaç günden başka zamanının olmadığını bilir ve kadına yardım etmek ister. Kadının evine gider ama kadın doktoru ret eder. Sırrını açığa vereceğinden korktuğu için de ondan kaçar. 
        Kadının asil ve gururu karşısında kadına hayran kalmanın yanında onu sevmeye başlar ve muhakkak ona yardım etmesi gerektiğini bilir. Fakat elinden pek bir şey gelmez. Korkan kadın zamanının da az olduğunu bildiği için hiç uygun koşulları olmayan ve güvensiz bir kadının yanında bu bebeğin alınmasına sebep olur. Kürtaj işlemi sağlıklı şekilde yapmadığı için çok fazla kanaması olur. Bu yüzden doktordan yardım isterler. Doktor onu görür ve durumunun burada tedavi edilecek durumunda olmadığını hastaneye kaldırılmasını istese de kadın bunu kabul etmez ve evine götürülmesini ister. Başka seçeneği olmayan doktor onu evine götürür ve onun yanında ölümü bekler. Tabi bu bekleyiş ona çok acı verir. Elinden bir şey gelmemesinin yanında kendisini de suçlar. Kabul etmiş olsa idi bu duruma düşmezdi kadın diye. Ama artık çok geçtir ve kadın karşısında solar. Ölüm gelip onu almadan önce kadın ondan sırrını ölümünden sonra da saklamasını ister. Doktor buna söz verir ve ne pahasına olursa olsun saklayacağını söyler. 
        Ölümünden sonra kasabadan ölüm raporu yazmak için gelen doktoru tehdit edip istediği raporu yazdırır. Daha sonra kocası gelir ve karısının ani ölümü onu şüphelendirir. Bunun üzerine onu alıp Avrupa'ya götürüp asıl ölüm nedenini araştırmak ister. Bunu duyan doktorda onlarla beraber gider. Gemide iken kendisini sürekli saklamasının sebebi budur. Yakalanmak istemez. Hikayesi bittikten sonraki gün gemi limana yanaşır. Cenaze yüklenip indirilirken yukardan bir adamın cenazenin üstüne doğru düşüp denize çakılması bir olur. Demirden olan tabutun denizi boylaması ve çıkarılması mümkün değildir. Daha sonra haberlerde denizde bir erkek cesedinin olduğunu ve fotoğrafı gösterilir. Gezgin adam fotoğraftaki kişinin dün hikâyesini dinlediği adam olduğunu bilir. Adamın kadının sırrı uğruna canını vermeyi göze aldığını görür ve şaşırır. 
        Kitap böylelikle son bulur. Oldukça şaşırtıcı konusu olduğunu söylemek isterim. Aslında Stefan Zweig'in kitaplarındaki konu seçimi beni şaşırtmıyor artık. Oldukça farklı ve ilgi çekici oluyor. Aynı zamanda ruh analizi sanki kendini yansıtıyor gibi geldi. Kitabı okuduğunda doktorun ve kadının hissettiği duyguları çok iyi şekilde bize yansıtıyor ve hissettiriyor. O yüzden oldukça başarılı buldum. Aynı zamanda doğru olmayan bir durumu dile getirmesi ve sonucunun çok kötü felaket ile bitmesi de ayrıca önemli. Bu konudaki hassasiyeti de çok önemli olduğunu gösteriyor.. Tavsiye edeceğim ve üzerine düşünülmesi gereken bir konu diye düşünüyorum. İyi okumalar dilerim. 😊💜🌸

        Kitaptan birkaç alıntı
        Ah şu belirsizlik, nasıl da eziyet ediyordu şimdi bana.

        Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla.

        Söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz.

        İnsan her şeyini kaybettiğinde, elinde kalan son şey için umutsuzca savaşır.

        Güvenin şartı samimiyettir, kayıtsız şartsız samimiyet.

        Tabiri caizse ölümü öğrenmiştim ama yalnızca bunu ilk kez yaşadım, ben yalnızca ölümü o gece biriyle birlikte yaşadım, birlikte öldüm.

        Er ya da geç herkes kendi payına düşen belayı bulur; kimileri içkiye dadanır, kimileri afyona, kimileri ise şiddete sığınır ve canavarlaşır - her halükarda herkes kendisine düşen kaçıklık payını alır.

        İnsanlara yabancılaşmışsınız doktor, bu da bir tür hastalıktır.

        Ah bu belirsizlik nasıl da acı veriyor bana şimdi.

        Sizden benimle konuşmanızı rica ediyorum. Çünkü kendi sessizliğimde boğulmak üzereyim.

        Bir insan kendinden başka herkesten kaçabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevgililer Günü

Kadıköy Boğa Heykeli

Buz Prenses - Camilla Läckberg (Kitap)

Ağaç Ev Sohbetleri 223

Ömür Dediğimiz Nedir?

Yazı Yazmak!

Ağaç Ev Sohbetleri 221