Annesinden Randevu İsteyen Çocuğun Hikâyesi

Anne ya da ana, bir çocuğu doğuran, bakımını üstlenen veya kendi doğurmadığı bir çocuğu evlat edinen ve bakımını üstlenen kadın. Genlerin yarısı anneden gelir. Bir çocuğu evlat edinen veya eşinin kendinden olmayan çocuklarına annelik yapan kadınlara üvey anne denir.

        Annesinden randevu isteyen çocuğun hikâyesini okuduğum zaman biraz etkilendim. Daha doğrusu bunu genel olarak düşündüm ve etkisini hissettim. Bazen bizlerde hayatımızdaki değer verdiğimiz insanlara zaman ayırmadığımızı far ettim. Yani hayat telaşına kapılırken akan zamanın farkında olamıyoruz. Bu da bizim çevremizdeki insanlardan uzak durmamızı ve onlara zaman ayırmamamızı neden oluyor. Belki niyetimiz bu değildir ve sadece hayatımıza devam edebilmek adına uğraş olsa da gerçek çok farklıdır. Tabi bunu o anda fark etmemiz pek mümkün değildir. Öyle kaptırıyoruz ki kendimizi işe dünyada neler oluyor, neler bitiyor kaçırabiliyoruz. Bunlara dikkat edip ikisini bir arada götürmeye gayret göstermemiz gerekir. Yoksa bizde ilerleyen zamanda eksilir ve yarım hissederiz. Hatta onu geçtim bazı şeyler için de geç kalmış oluruz. Şimdi hikâyeyi anlatım size;

        Küçük kız eve gelen annesine seslenerek: '' Anne, bugün kreşte ne oldu biliyor musun?'' diye sorar. Annesinden herhangi bir tepki almaz. 

        Küçük kız tekrar annesine ''Anne sana diyorum!'' diye söyler.

        Anne küçük kıza bakmadan: ''Aaa! Görmüyor musun kızım? Telefonla konuşuyorum.'' diye cevap verir. Sonunda annesi telefonu kapattı. Sonra mutfağa geçti yemek ile uğraşmaya başladı. Küçük kız koşarak yanına gitti.

        Annesine: ''Anneciğim sana yardım etmemi ister misin?'' diye sorar, en sevimli ve tatlı halini takınarak. Annesi onu anlamlı bir şekilde izledi.

        ''Hayır olsun? Yoksa bir yaramazlık mı yaptın da bana yardım ediyorsun? Bak, lütfen çok yorgunum. Birde seninle uğraşmak istemiyorum kızım.'' diye söyledi küçük kızına. 

        Tabi küçük kız yorgunluk kelimesinin manasını tam olarak bilmiyordu. Bazen elinde oyuncağı ile uykuya dalar ve anneannesi elindeki oyuncağı yavaşça elinden alır ve ona ''Nasıl yorulmuş benim yavrum. Uykunun tatlı kolları sarsın seni canım, biricik evladım!'' diyerek alnına öpücükler kondururdu. 

        Yorgunluk tatlı uykulara dalmak ise annesi neden kendisi ile kızgın bir şekilde konuşuyordu o zaman. Sonra annesine dönerek: ''Anneciğim, yorulduğun zaman tatlı uykulara dalarsın. Anneannem böyle söyler her zaman.'' diye söyledi.

        Annesi: ''Uykuya dalayım da tatlısı kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum!'' der. 

        Küçük kız bu yorgunluk kelimesinden hiç hoşlanmazdı. Her zaman yorgunum kelimesini duyup ertelenmekten rahatsız olurdu. Bu yüzden annesine: ''Anneciğim sen yorulma diye...'' daha sözü bitmez iken annesi araya girerek:

        ''Yemekte konuşuruz kızım. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar onları bitirmem gerekiyor. Hadi sen biraz oyna sonra konuşuruz.'' der. 

        Küçük kız annesine: ''Anne hani siz yoruluyorsunuz ya, bende tek başıma oyun oynamaktan yoruluyorum. Ne yapabilirim bilmem ki?'' diye söyler. Tabi bunları söylerken kelimeler boğazına takıldı. Sadece yutkunabildi. Sonra odaya geçti anneannesini düşündü, ona anlattığı masalları, köyü derken yavaşça kolları yanına düştü ve uykuya daldı.

        Daha sonra annesi küçük kızın sessizliğini fark etti. Ona bakmaya karar verip odaya geçti. Küçük kızın dizlerini karnına çekmiş vaziyette kanepede uykuya daldığını gördü. Masadaki dosyalara baktı kötü kötü. İçinde hissettiği pişmanlık tüm vücudunu sardı. Küçük kızı uyandırmaktan korkarak alnına küçük bir öpücük konduruverdi. Küçük kız sanki ona bir mesaj verilmiş gibi gözlerini aralayıp annesine bakarak:

        ''İşin bitince beni sever misin anneciğim?'' dedi.

        Annesinin beklemediği bu soru karşısında gözleri doldu ve için için ağladı. Küçük kızına baktı ve kendisi ile ilgilenmek için işinin bitmesini beklemesi ve randevu ister gibi talep etmesi ona çok dokundu. Sevilmek için annesinden randevu almak isteyen küçük kızını alıp sardı kolları ile ve öpücükler kondurdu yüzüne. Yaptığı yanlışın farkına vardı bu sayede. 

        Ne kadar da dokunaklı değil mi? Ben bile üzüldüm o küçük kız gibi. Düşünsenize sevilmek için zaman beklemek ve izin istemek. Böyle bir şey mümkün mü? Ama maalesef ki hayat şartları buna izin veriyor ve elinde olmadan bunu yapabiliyor insan. Bu sevmediği için değil de zamanı olmadığından ve işlerimizin hayatımızı etki alanına almasından kaynaklı sadece. Bu konuda dikkat etmemiz gerekiyor. Her zaman iş ile bir yere varılmaz. Kendimize ve sevdiklerimize zaman ayırma konusunda daha hassas ve özverili olmalıyız. Çünkü akan zamanı durdurma şansımız yok. O küçük kız çocuğuna büyüdükten sonra zaman ayırsan da bir anlamı olmaz. Ondan gayret edip daha fazla zamanımızı ayırıp değerlendirelim. Hayat bizi beklemiyor olabilir ama biz hayatı istediğimiz gibi yönlendirebiliriz. Bunu her zaman bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz. Zamanınızı doya doya yaşamanız dileğimle. Sevgiyle kalın. 😊💕🌸 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevgililer Günü

Kadıköy Boğa Heykeli

Buz Prenses - Camilla Läckberg (Kitap)

Ağaç Ev Sohbetleri 223

Ömür Dediğimiz Nedir?

Yazı Yazmak!

Ağaç Ev Sohbetleri 221